We're All Pluto

[Reposted and slightly revised from an earlier version on Facebook.]

Çarşı, the fan group for the Istanbul soccer team Beşiktaş, put out a statement last week -- over the last few days, several of their chief members have been taken into custody, some on charges of forming an illegal organization with nefarious intent. It's a pretty brilliant statement.

As it says a little ways down, hepimiz Pluton'uz.

******

We’re not a bribe-taking padishah of money and stamps,
We stitch and mend the fabric of hearts torn into pieces.

While our grievances and our oppressions are being tested and while taking strength from our still-free of conscience people’s belief in the truth, we declare that: Maybe we couldn’t paint the picture of happiness [1]; but we don’t regret in the slightest having painted what it means to imagine the sunrise while in a nylon tent at 15 degrees below zero. May our white jerseys be a shroud to us that we didn’t sell our blood, we gave it away at a single sitting. We say, “With no regrets.”

Because we saw the tears of crying kids in the Society for the Protection of Children, something caught in our throats and stuck there. When we went to visit our elders, we learned before they died that they were our grandmothers and grandfathers. We wandered with blue bottle caps in our pockets not because it was written on signs Don’t Litter but because we were trying to surmount disabilities one by one. When the International Astronomical Union said of Pluto that “it wasn’t a planet after all,” we said –– because we know well what it’s like to be sold down the river –– we said, “Waaaaaaait a minute… We’re all Pluto!” [2]

Hasankeyf, dolphins, street animals…

We couldn’t know, we couldn’t know, we couldn’t know.

Was our real crime not loving more, we couldn’t know.

We cried out for the Black Sea, so that not a drop of tea would pass anyone’s tongue, their throat. We howled bitterly so that cancer research might be done for the Black Sea.

Our crime of conscience is not being able to take not 8 but 18 containers to Van.

After all, why couldn’t we lessen the pain of 17 August any more? [3] Besides, pepper spray hadn’t been invented.

We are a fire to that.

We lit a fire inside of ourselves, we’re guilty.

Our relation to Mount Ida [Kaz Dağları] wasn’t a result of our wonder at Ferhat. [4]

Fine, had Şirin known the mystery of Munzur’s Creek, [5] would Ferhat’s condition have been so much?

We’ve arrived late Mr. Schindler, we know. We could have done so much more for our people, for humanity.

We couldn’t know what a wedding is, but we always lifted our dead ourselves.

Because it is our precendent and our tradition, we are able to take a stand against those things imposed, able to see another world possible. And it is for that reason that we always carry within us the excitement of that moment when we applauded in the movie theatre our lovely brother who flung money at the face of the sniveling boss who said, “Everything, everyone’s got a price.”

History is a witness of every word we’ve said and everything we’ve done until today. Our truth doesn’t change according to what is attributed.

We know well, oh so well, that “one who waters the tree is a justice, just as watering the thorns is an injustice.” [6]

What we seek is something completely different.

As the poet said, “It resembles neither the tree nor the cloud.” [7]

[1] Reference to the famous Nazim Hikmet line, "Can you paint me a painting of happiness, Abidin?"
[2] In 2006, the IAU decided that Pluto would no longer be considered a planet; see here for one news report.
[3] August 17th, 1999 was the date of the Marmara Quake –– thanks to E. for the clarification!
[4] The mention of the Kazdağları refers to that region being opened up for mining exploration.
[5] Munzur's Creek is located near Tunceli, in the eastern reaches of Anatolia. See Wikipedia (Turkish). That region is (also) threatened by a dam.
[6] The quote refers to a famous passage of Mevlana (see here).
[7] The quote is taken from a Can Yücel poem.


*****Original Text*****

“Rüşvet alan, para pul padişahı değiliz.Paramparça olmuş gönül hırkalarını diker, yamarız biz.”
Mağduriyetimiz ve mazlumiyetimiz sınanırken, vicdanı icarlanmamış halkımızın, hakikate olan inancından güç alarak diyoruz ki: Mutluluğun resmini yapamadık belki; ama -15 derecede, naylon çadırların içerisinde güneşin doğuşunu hayal etmenin ne olduğunu resmettiğimiz icin hiçbir pişmanlık duymuyoruz.
Beyaz formalarımız bize kefen olsun ki kanlarımızı satmadık, tek celsede bağışladık. "Helal-i hoş olsun" diyoruz.
Çocuk Esirgeme Kurumları’nda, ağlayan çocukların gözyaşlarını gördüğümüz için boğazımıza bir yumruk oturmuştu ve sıkılıydı.
Yaşlılarımızı ziyarete gittiğimizde, analarımızın-babalarımızın olduğunu onlar ölmeden önce öğrendik.
Tabelada yerlere çöp atmayınız yazdığı için değil, engelleri tek tek aşmaya calıştığımız için ceplerimizde mavi kapaklarla gezdik.
Uluslararası Astronomi Birliği, Pluton için “o artık gezegen değil” dediğinde, kandırılmışlık duygusuna kapılmanın ne olduğunu iyi bildiğimiz için “bi dakkaaa!” dedik… “hepimiz Pluton’uz”!
Hasankeyf, yunuslar, sokak hayvanları…
Bilemedik, bilemedik, bilemedik.
Daha çok sevmemekmiş asıl suçumuz, bilemedik.
Karadeniz için haykırdık; kimsenin diline, genzine o çaylar dökülmesin diye. Karadeniz’e kanseraraştırma hastaneleri yapılsın diye inim inim inledik.
Van'a 8 değil, 18 konteynır alamamaktır vicdani suçumuz.
17 Ağustos’taki acıyı biz neden daha çok hafifletemedik ki?
Henüz biber gazı da icat olmadıydı üstelik.
Biz buna yangınız.
İçimizde yangın çıkardık, suçluyuz…
Kaz Dağları ile akrabalığımız, Ferhat’a olan hayranlığımızdan olmadı.
Peki ya Şirin bilseydi Munzur Çayı’nın gizemini, Ferhat’ın hali nice olurdu ?
Biz de geç kalmışız be Schindler, evet. İnsanlık için, halkımız için daha çok güzellikler yapabilirdik.
Düğün nedir bilemedik; ama cenazelerimizi hep kendimiz kaldırdık.
Evvellerimiz ve geleneğimiz olduğu için, dayatılana karşı çıkıp başka bir dünyayı mümkün görebiliyoruz. O yüzdendir ki, “her şeyin, herkesin bir fiyatı vardır” diyen meymenetsiz patronun suratına parayı çarpan güzel abimizi sinema salonunda alkışladığımız anın heyecanını hep içimizde yaşıyoruz.
Tarih, bugüne kadar söylediğimiz her sözün ve yaptığımız her şeyin şahididir. Bizim hakikatimiz, isnat edilenlerle değişmez.
“Ağaçları sulamanın bir adalet, dikene su vermenin ise bir zulüm olduğunu” çok ama çok, çok iyi biliyoruz.
Bizim aradığımız şey bambaşka...
Şairin dediği gibi, “ne ağaca benzer ne de buluta”

Comments

Anonymous said…
ellerine sağlık, canım. teşekkürler!

Popular Posts